167. TAKSİM TOPLANTISI

I) DÜNYA EKONOMİSİNDE BEKLENTİLER

 

Geçen hafta, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, “ekonomik toparlanmadan dolayı gevşersek, yeni bir kriz gelecek‘’ dedi.

 

Gerçekte IMF’nin de içinde bulunduğu küreselleşme ile görevli aktörler ve spekülatörler dünya ekonomisini kriz potansiyeli taşıyan bir ekonomi haline getirdiler.

Ülkeler, iflaslara izin vermediler. Bu kurtarmalar piyasa düzenini bozdu. Piyasayı daha kırılgan yaptı. Zira:

 

Verimli çalışan firmalar için haksız rekabet oluşturdu.

 

İflaslar, piyasa ekonomisinin sigortasıdır. Piyasanın yeniden yapılanması ve dengeye gelmesine imkan verir. Etkin olmayan, verimsiz işletmeler yerine, daha verimli olanları gelir.


Öte yandan küresel süreç, piyasayı kırılgan yaptı. Konjonktürel dalgalanma hızlandı.  Ekonomik krizlerin aralığını daralttı.

 

Küreselleşme hevesi, iktisatta Ricardo’nun “karşılaştırmalı üstünlükler teorisi”nden ilham aldı. Ülkelerin iş bölümü ve uzmanlaşmaya dayanan ticaretleri, fırsat maliyetleri açısından maliyetlerin düşmesine, üretilen malın artmasına imkan sağlar. Bu yolla dünya üretimi ve dünya refahı artar. Ne var ki, uygulama farklı oldu.

  • Küresel süreç, spekülatif fonların cirit attığı bir dünya yarattı. Finans sektörü aşırı şişerek, reel sektörü temsil etmekten uzaklaştı. Sektörel denge bozuldu.

  • Dünya ekonomisi ve hükümetleri de finansal sistemin hakimiyeti altına girdi.
     
  • Mal hareketleri önünde yine gümrükler var.

  • Emek yerinde kaldı. Hatta sermaye hareketi hızlanınca, emek hareketi kısıtlandı. Faktörel denge bozuldu.

  • Sosyal dengeler de bozuldu. OECD raporuna göre (Growing Unequel?: Income Distributin and Poverty’ in OECD Countries) Çin ve Hindistan gibi nüfusu yüksek ülkelerde, milyonlarca insan açlıktan kurtuldu… Ancak dünyada fakir- zengin farkı arttı. Sendikalar zayıfladı. İşçiler korunmuyor. Çocuk yoksulluğu arttı.

 

Ne yapmak gerekir?

 

1) Spekülatif sermaye ve kısa vadeli sermaye hareketlerini kontrol etmek gerekir. Bu kontrol, vergi, munzam karşılık ve işlem vergisi şeklinde olabilir. Bunlardan birisi veya birkaçı olabilir.

 

2) Dolar-altın ilişkisi bitince, IMF ve Dünya Bankasını da içine alan Bretton – Woods dünya para sistemi, kur istikrarını ve para sistemine olan güveni sağlamakta yetersiz kaldı. Tek başına dolar rezervlerine bağlı kalan sistem, ABD  bütçe açıklarının , dış borçlarının  ve  ekonomik krizin getirdiği maliyetlerin, dolar rezervi tutan ülkelere ve ABD dışında yaşayıp, cebinde dolar taşıyanlara  ödetiyor.

 

Dünya para sistemini, dolar yerine, Dolar, Avro ve Yen’den oluşan yeni bir sepete bağlamak gerekir. Bu sepette yer alacak her üç para da, ülkelerin GSYH ile orantılı olabilir. (dolar yüzde 47, avro yüzde 38 ve yende yüzde 15 oranında)

3) Dünya para sistemine geçildikten sonra, 10 yıllık bir hazırlıkla ‘’Dünya Merkez Bankası‘’ kurulabilir.


John Maynard Keynes, 1944 yılında bir Dünya Merkez Bankası kurulmasını önermişti. Keynes’e göre bu banka bütün ülke merkez bankalarının üstünde bir uluslararası merkez bankası konumunda olacak ve Bancor adlı bir rezerv yaratabilecekti.

Keynes’in önerisi bu gün için geçerli bir öneridir.


Birleşmiş milletler kararı ile ve arkasında birleşmiş milletlerin olduğu bir Dünya Merkez Bankası ve bu bankanın yaratacağı rezerv para Bancor (altın para), para sisteminde istikrar sağlayacaktır.

 

II) TÜRK EKONOMİSİNDE DURUM TESPİTİ


Hükümetin, krizi değerlendirmesi, çözüm yolunda değil, savunma yolunda olmaktadır. Krizin çözümü ve maliyetlerin en aza indirilmesi için önce bunların ne boyutta olduğunu tespit etmek gerekir.


Büyüme
, 2009 yılının ilk 3 çeyreğinde, GSY’ da yüzde 8.4 küçülme yaşandı. 4. Çeyrekte büyüme bekleniyor. 2009 ortalama büyüme oranı eksi yüzde 5.5 ile eksi yüzde 6 arasında olabilir. 2010 büyüme oranı da yüzde 3.5 olarak tahmin ediliyor.


Sanayi üretim endeksi,
2005 baz yılına göre TÜİK’ in açıkladığı sanayi üretim endeksi, 2009 yılında, Mayısa kadar yüzün altında seyretti. 2009 Mayısında yüzün üstüne çıktı. 2010 Ocak ayında tekrar 99.2’ ye geriledi. Yani 2005 seviyesinin altına indi. Zig-zag’lı bir trend gösterdi.


Enflasyon,
Şubat 2010 sonunda yeniden çift haneye yükseldi. Şubatta yıllık enflasyon yüzde 10.13 oldu. 2004 Nisan ayında da enflasyon yüzde 10.12 olmuştu. Yani enflasyon 6 yıl önceki seviyesine yükseldi.


Yapısal sorunlardan kaynaklanan çift haneli enflasyonun devam edeceği anlaşılıyor. Yapısal çözümler için hükümetin herhangi bir yaklaşımı yok.

Dış ticaret ve cari denge, dış ticaret açığı, kriz yılı olmasına rağmen, 2009’da 38.7 milyar dolar oldu. Cari açıkta 13.9 milyar dolar oldu. Ocak 2010 aylık cari açık, 2.9 milyar dolar oldu. Cari açığın 2010 yılında 35 milyar dolar dolayında olacağını tahmin ediyoruz.

 

2010 yılında cari açık ve dış borç servisi için Türkiye’nin 70 milyar dolar finansman ihtiyacı var. Ayrıca yaklaşık 25 milyar dolarlık kısa vadeli kredi borcunun da bu yıl içinde çevrilmesi gerekiyor.


Merkezi yönetim bütçe dengesi
, 2009 yılında 52.2 milyar lira açık verdi. 2010 yılında da 50 milyar lira açık hedefi var. IMF olayından sonra, başbakanın seçim ekonomisi uygulayacağı anlaşıldı. Bu nedenle 2010 bütçe açığının 65- 70 milyar lira olacağını tahmin ediyorum.


Merkezi devlet borç stoku
, 2009 Ocak ayında 391.1 milyar lira iken, 2010 Ocak ayında 447.8 milyar liraya çıktı. Bir yılda 56.7 milyar lira arttı.


İşsizlik,
TÜİK’ in açıkladığı rakamlara göre 2009’da işsiz sayısı 3 milyon 471 bin, işsizlik oranı yüzde 14 oldu. İş aramayan işsiz sayısı 2 milyon 061 bin kişiyi de katarsak, fiili işsiz sayısı 5 milyon 532 bin, işsizlik oranı yüzde 20’dir.


Gelir dağılımı
için birkaç gösterge vermek istiyorum…  

TÜİK, 4 kişilik bir ailenin 2009 yılı için yoksulluk sınırını 820 lira olarak açıkladı. Hükümet 2010 iki çocuklu, bir çalışanın asgari ücretini 605 lira olarak ilan etti.

 

Memura 2010 ortalaması olarak, yüzde 3.78 zam yapıldı. 2010 ilk iki ayında enflasyon oranı yüzde 3.20 oldu.


Özetin özetini IMF verdi… IMF Türkiye’nin esnek kredi sistemini kabul etmedi. IMF başkanı Türkiye ile stand- by yapılmayacağını açıkladı.

 

III) BÜYÜME VE BEKLENTİLER


Ekonomik krizin, kısa sürede ortaya çıkan iki temel göstergesi büyüme ve istihdamdır. Gelir dağılımındaki bozulma daha geç anlaşılır.


2008 son çeyreği ve 2009 ilk üç çeyreğinde, olmak üzere Türkiye dört çeyrek üst üste eksi büyüme, başka bir ifade ile bir yıl süren bir resesyon yaşadı.

 

Resesyon ekonomik krizin en ağır şeklidir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, küresel kriz yılında ortalama yüzde 2.10 büyürken, Türkiye yüzde 5.5 küçüldü. 2010 yılında da, gelişmekte olan ülkeler ortalaması altında büyüme bekleniyor. (Tablo:1)

Türkiye de nüfus artış hızı yüzde 1.5’tir. Fert başına büyüme daha da düşüktür. Örneğin 2008 yılında, büyüme oranı yüzde 0.9 olarak açıklandı bu demektir ki 2008 yılında da Türkiye’de, fert başına gelir eksi bir küçüldü.



TABLO: I

                      Dünyada Büyüme Oranları

Yıllar

2007

2008

2009

2010

DÜNYA

5,20

3,00

-0,80

3,90

GELİŞMİŞ ÜLKELER

2,70

0,50

-3,20

2,10

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER

8,30

6,10

2,10

6,00

TÜRKİYE

4,50

0,90

-5,50

3,50

Kaynak: IMF World Economic Outlook – October 2009

Kaynak: IMF World Economic Outlook – January 2010 Update

*2010 yılı verileri tahminidir.

 

Tablo 2 ‘de, Türkiye’nin benzer gelişmişlik düzeyindeki ülkelerle karşılaştırması yapılmıştır. Ekonomi, 2009 yılında bu ülkelere göre daha fazla küçülmüştür.

 

TABLO:2

         Bazı ülkelerde Büyüme Oranları

Yıllar

2009

2010

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER

2,10

6,00

ARJANTİN

-2,00

0,50

BREZİLYA

0,10

5,20

POLONYA

1,70

1,80

GÜNEY KORE

-0,80

4,60

TÜRKİYE

-5,50

3,50

Kaynak: IMF World Economic Outlook – October 2009

Kaynak: Europen Commission

Kaynak: İlgili ülkelerin resmi tahminleri

*2010 yılı verileri tahminidir.

 

Tablo 3’de GSYH‘daki reel büyümeleri, 2002 = 100 bazlı bir endekse çevirirsek, gelişmekte olan ülkeler 2003-2009 arasında yüzde 64 büyürken, Türkiye’nin daha az yüzde 37.7 büyüdüğü anlaşılır.

 

TABLO: 3

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE TÜRKİYEDE BÜYÜME ORANLARI

Yıllar

Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalama

Türkiye

2003

6,20

5,30

2004

7,50

9,40

2005

7,10

8,40

2006

7,90

6,90

2007

8,30

4,50

2008

6,10

0,90

2009

2,10

-5,50

2010*

6,00

3,50

ENDEKS 2002=100

164,06

137,66

Kaynak: IMF WEO October 2009 & WEO January update

 

 AKP iktidarında büyümenin iki karakteri var…

  • Birisi zig-zaglı büyüme, istikrarsız büyüme,
  • İkincisi 2004 yılından sonra sürekli düşen büyüme oranları.

 

TABLO: 4 (GRAFİK I)

 

 

En yüksek büyüme 2003 yılında oldu. Bu yıl, kısa vadeli sermayenin ve özellikle AKP iktidarının ilk yılında Türkiye’ye körfez sermayesinin bol girmeye başladı. Yeni iktidarın sıcak paradan yana tavrı, spekülatif sermaye akımına yol açtı. Sonraki yıllar, yatırım hacminin aynı şekilde artmaması, hükümetin plan ve program yapmadan devam etmesi, riski artırdı. Büyüme hızı düştü.

 

IV) İSTİKRARSIZ BÜYÜMENİN NEDENLERİ

1)Ortalama tasarruf oranının ve ortalama yatırım oranının düşmesi:

DPT verilerine göre, 2002 yılında, özel tasarrufların GSYH ‘ya oranı yüzde 25.30 iken AKP iktidarında  16.80’ e  geriledi.Aynı dönemde özel tasarruf oranı da yüzde 25.30 ‘dan , yüzde 16.80 ‘e geriledi.

 

Tablo 5’ te, Türkiye’de özel tasarruflar ile kamu tasarrufları arasında ters bir ilişki olduğu görülüyor. Kamu tasarruflarının arttığı yıllarda, özel tasarruflar azalmıştır.

Kamuda tasarruf oranının artması, kamunun vergiler yoluyla cebri tasarruf yaratması demektir. Özel kesimden kamuya kaynak transferidir. Ayrıca, kamu harcamalarının kısılması, özel sektöre daha az kaynak transferine yol açmaktadır.



TABLO: 5 (GRAFİK II)

 

Özel tasarrufların düşmesinin ve tasarrufların yatırıma dönüşmesinin önündeki engeller, ekonomide kırılganlığın artması, piyasanın spekülatif yapı kazanması, kamuda şeffaflığın azalmasıdır.


2) Dışarıya kaynak transferi, yatırımların finansmanını zorlaştırdı.


Küreselleşme yatırım anlayışını değiştirmiştir. Gerçekte yatırım, sermaye mallarına ve teçhizat stokuna yapılan ilavedir. Oysa ki Türkiye fiziki yatırımları unutmuştur. Spekülatif sermaye ve plasmanlar, gündemi tayin etmeye başlamıştır. Bankaların medya sahibi olması, süreci hızlandırmıştır.

Borsaya plasman yapmak, yatırıma dönüşmüyor. Zira borsada yabancı sermaye oranı yüzde 70 olduğu için karlar dışarıya gidiyor.

Tablo VI’da 2003 ile 2009 arasında, doğrudan yatırım ve çoğu da borsadan olmak üzere, yurt dışına 33 milyar 972 milyon dolar çıkmıştır.

 

TABLO: 6

Türkiye’den Kar Transferleri (Milyon Dolar)

YILLAR

Toplam

2003

3.259

2004

3.948

2005

4.377

2006

4.645

2007

5.943

2008

6.460

2009

5.160

TOPLAM 2003-2009

33.792

Kaynak: T.C. Merkez Bankası

* 2009 yılı verileri tahminidir.

 

Türkiye’de mevduat, çok sınırlı olarak doğrudan yatırım kredilerine dönüşüyor.  BDDK raporuna göre, 2008‘den 2009 ‘a, bireysel krediler yüzde 10.9, kurumsal ve ticari krediler yüzde 7.9 artmış, KOBİ kredileri ise yüzde 0.7 düşmüştür.


3) Kamu borçlanma ihtiyacı, özel yatırımları zorluyor.

2002 yılında 150 milyar lira olan iç borç stoku, 2009 sonunda 320 milyar liraya yükseldi. Kamu kesimi iç borçlanmasının yüzde 113 oranında arması, özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde finansal bir dışlama etkisi (crowding out) yarattı. Kamu iç borçlanması bütçe açığını finanse etmek amacıyla yapılmış olmakla beraber, kamu alt yapı yatırımlarına tahsis edilebilir. Böyle bir durum, özel sektör yatırımlarını uyaracak ve onların verimliliğini artırabilecektir. Ne var ki, bütçede tasarruf söz konusu olunca, yalnızca kamu altyapı yatırımları ödenekleri kısılıyor.


4) Sıcak para ve düşük kur, yatırımı engelledi.

2002 Ağustos ayını baz alırsak, MB reel kur endeksinin bu günkü değeri 155.2 ‘dir. Yani bir doların 2.40 lira olması gerekiyor.

Döviz kurlarının düşük kalması da, özel sektörün, yatırım yerine ithalatı tercih etmesine neden oldu.


Tablo 7:
Kurdan dolayı, fiyatı suni olarak düşen ithal aramalı ve hammadde ile rekabet edemeyen aramalı üreten firmalar, örneğin iplik fabrikaları kapandı. İşsizlik arttı. Sanayi üretiminde aramalı ve hammadde oranı yüzde 76ya çıktı.


Türkiye ithalatı ile yabancı ülkelerde istihdama destek oldu.


Düşük kur, tüketim malı ithalatını da artırdı. Tüketim malı üreten firmalar da düşük kur ile rekabet edemedi. Türkiye potansiyel üretim imkanlarını kullanamadı.

Öte yandan, düşük kur, ihracatın da daha pahalı olmasına neden oldu. Türkiye’nin rekabet gücü düştü ve cari açıkları arttı.

 

TABLO: 7

İTHALATIN YAPISI

 

Milyon dolar

Milyon dolar

Oran

Oran

YILLAR

2008

2009

2008

2009

TÜKETİM MALI

21489

19282

10,68%

13,75%

SERMAYE MALI

28021

21469

13,92%

15,31%

ARA MALLAR

151747

99447

75,40%

70,93%

ENERJİ

46975

28698

23,34%

20,47%

ENERJİ HARİÇ ARAMAL

104772

70750

52,06%

50,46%

TOPLAM

201257

140198

100,00%

100,00%

 

Tablo 8: Üretimin dışa bağımlı olması nedeniyle, dış ekonomik gelişmeler, içeride sanayi üretimini büyümeden daha fazla etkiledi. Sanayi üretimindeki dalgalanma daha fazla oldu.

 

TABLO: 8

Yıllar

GSYH değişim

Sanayi Üretim Endeksi değişim

2003

5,3

9,10

2004

9,4

0,60

2005

8,4

14,52

2006

6,9

7,80

2007

4,5

6,90

2008

0,9

-0,90

2009

-5,5

-9,60

 


Tablo 9:
Türkiye düşük kur nedeniyle 2003 ile 2009 arasında, 234 milyar dolar dış ticaret açığı ve 170. 4 milyar dolar cari açık verdi.

 

TABLO: 9

YILLAR

DIŞ TİCARET AÇIĞI                               (MİLYON DOLAR)

CARİ AÇIK                            (MİLYON DOLAR)

2003

13.489

7.515

2004

22.736

14.431

2005

33.080

22.198

2006

41.057

32.193

2007

46.795

38.311

2008

53.022

41.947

2009

24.729

13.854

TOPLAM

234.908

170.449

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

Cari açık potansiyel fakirleşme de yaratıyor. Cari açığın finansmanı dış borç veya varlık satışları yoluyla oldu. Dış borç faizi ve varlık satışın karının transferi yoluyla kaynak çıkışı olmaktadır. Net kaynak çıkışı, büyümeyi olumsuz etkiler.

 

5) Yabancıya satılan kamu altyapı yatırımları potansiyel büyümeyi düşürdü, fakirleşme yaratıyor.

İki örnek olayı açıklamaya yetiyor:

 

  • Türk Telekom 2005 yılı kasım ayında, 6 milyar 550 milyon dolara blok satış yoluyla, yabancı sermayeye satıldı.

Türk Telekom satıldığında kurumlar vergisi oranı yüzde 30 idi.  Türk Telekom kurumlar vergisi oranı yüzde 20’ye indikten sonra satılsaydı, vergi sonrası karlılık oranı artacağı için daha pahalı satılırdı. Kar- sermaye hesabına göre, 8,4 milyar dolara satılması gerekirdi.

4 yılda yabancının hissesine düşen kar, 4.5 milyar dolardır. Yabancı, 2010 yılında getirdiği 6.550 milyon doları tamamıyla geri götürmüş olacaktır. Kalan 15 yıl, Türkiye yabancı sermayeye çalışacaktır.

 

————————————————————————————————————————————————————————-

TÜRK TELEKOMUN 4 YILDA SAĞLADIĞI NET KAR ŞÖYLEDİR:


2006 … …..3.0  MİLYAR LİRA …… 2.3 MİLYAR DOLAR

2007…. …..3. 2 MİLYAR  LİRA ….   2.5 MİLYAR DOLAR

2008..…….2.7 MİLYAR  LİRA…….2.2 MİLYAR DOLAR*

2009…..….1.8 MİLYAR   LİRA……..1.2 MİLYAR DOLAR*

TOPLAM. 10.7 MİLYAR  LİRA……. 8.2 MİLYAR DOLAR


4 YILDA TELEKOMUN HİSSESİNE DÜŞEN NET KAR: 4.5 MİLYAR DOLAR.


AÇIKLANAN ÜÇ ÇEYREKTEN YILLIK TAHMİN, KURLAR, 2006 = 1.31 , 2007 = 1.30, 2008=1.23, 2009 =1.50

 

TÜRK TELEKOMUN DÖRT YILLIK TOPLAM NET KARI 8.2.MİLYAR DOLARDIR. YABANCI SERMAYENİN BU 4 YILDA YÜZDE 55 HİSSESİNE DÜŞEN NET KAR 4.510 MİLYON DOLARDIR. 2006 VE 2007 YILLARI NET KARI ESAS ALINIRSA, 2010 YILINDA TELEKOMDA YABANCI SERMAYEYE DÜŞEN NET KAR, 1.4 MİLYAR DOLAR OLACAKTIR. BÖYLECE YABANCI SERMAYENİN GETİRDİĞİ 6.550 MİLYON DOLARA KARŞILIK 5 YILDA GÖTÜRDÜĞÜ DÖVİZ 5.910 MİLYON DOLAR OLACAKTIR.

—————————————————————————————————————-

 

  • Hükümet, 3.köprü için köprü ve paralı yolları satıyor.

Köprülerden 2008 yılında elde edilen gelir 160 milyon liradır. Bu geliri 20 yıl için satılacağını düşünelim. Bu 20 yılda devlete gelecek gelir, 2008 fiyatları ile 3.2 milyar liradır.

Ancak 20 yıllık kârı satın alacak olan elbette ki bu gün için vereceği paranın faizini hesap edecek… Üstüne de kâr koyacaktır… Yani işletmeci, faiz yüzde 10 ise yüzde 10 da kar koyarak, ödeyeceği peşini bulmak için iskonto oranını yüzde 20 olarak hesap edecektir.

Hükümet Bu parayı piyasadan borç alsaydı yüzde 10 faizle alacaktı. Üçüncü köprünün topluma maliyeti daha düşük olacaktı. Borçlanma yerine köprü ve paralı yolların gelirini satmakla hükümet devlet gelirlerinin bir kısmını birilerinin cebine koymuş olmaktadır.

Kaldı ki, köprüyü alan şirket, bunun bakım ve onarımını, devlet kadar titiz yapmaz. Daha ucuz bakım yolları arar. Bakım ve onarım kalitesi düşer. Köprünün ekonomik ömrü azalır.

 

 

 

6) Sektörel denge bozuldu.

MB bankalara doğrudan ucuz döviz kredisi sağladı… Reeskont faizlerini düşürdü. Bankalar ise, reel sektöre kredi vermekte nazlandı. Hazine kağıtlarını daha karlı buldukları için parayı devlete borç verdiler.

Verdikleri kredileri de, reel sektöre işletme kredilerini yüzde 100 karla verdiler. Bu durum yatırımların azalmasını körükledi.  Tüketiciye verdikleri kredileri de, yine yüzde 100 karla,  kredi kartlarında ise yüzde 500 karla satarak verdiler.

Sonuçta, bankalar ekonomik krizden karlı çıktılar, ancak aynı zamanda, ticaretin canlanmasını ve yatırımları engelleyerek, ekonomik krizin derinleşmesine yol açtılar.

İktisadi faaliyet kollarına göre gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) gelişme hızları da, bankacılığın diğer sektörlere göre büyüyen tek sektör olduğunu gösteriyor.

 

TABLO: 10

—————————————————————————————–

2009’ UN İLK 9 AYINDA, BANKALAR BÜYÜRKEN, İMALAT SANAYİ KÜÇÜLDÜ.

 

                                     GSYH İÇİNDEKİ            BÜYÜME ORANI

                                        PAYI (YÜZDE)              (YÜZDE)

                                         ———————          ———————

BANKACILIK SEKTÖRÜ …14.1                               8.7

İMALAT SANAYİ  ………… 23.4                            -12.4

 

—————————————————————————————–

                     

Bankaların karı sanayicinin zararı pahasına oldu. 9 ayda, bankalar yüzde 8.7 büyürken, imalat sanayi yüzde 12.4 küçüldü. Arada 21.3 puan fark var. Kimse bankalar da zarar etsin demiyor. Ancak bankaların karı, sanayiye zarar vermek, kredi kartlarından yüzde 500 karla faiz almak şeklinde oluyorsa bu ‘’bankacılık balon yapıyor, sanayi çöküyor, halk fakirleşiyor, denge ve istikrar bozuluyor demektir.

Hemen hemen bütün ülkeler, küresel kriz nedeniyle bankalara destek verdi. Ancak biz herkesten daha önce, 2001 yılından beri bankaları destekledik. Batık bankalar nedeniyle TMSF’ nin hazineye borçlarını sildik.

 

16 Temmuz 2008 tarihli ‘’kamu finansmanı ve borç yönetiminin düzenlenmesi hakkında kanunda değişiklik yapılması hakkında kanunun geçici 17 maddesi aynen şöyledir.


‘’Tasarruf mevduatı sigorta fonunun, 31.12.2007 tarihine kadar verilen özel tertip devlet içi borçlanma senetlerinden doğmuş ve/ veya doğacak anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan hazine alacaklarının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkini bakanın teklifi üzerine maliye bakanı tarafından yerine getirilir.‘’


Bankacılık sektörünün silinen toplam 90 milyar lira borcun 70 milyar lirası batık bankaların borcu, 20 milyar lirası ise kamu bankalarının görev zararı idi. Bu silinen borçlar eğer borçlanmayla kapatıldıysa bu millet ileride vergisi ile bu borcu ödeyecektir. Ödendi ise halkın vergisi ile veya halkın malı olan kamu varlıklarının satılması ise ödendi.

 


IV) ÇÖZÜM İÇİN İKTİSAT POLİTİKASINDA RADİKAL DEĞİŞİKLİK YAPILMALI.


Türkiye’de kalıcı bir istikrar için önce mevcut olan ekonomik yaklaşım değişmelidir.

  • Uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözeten “ulusal politikalar” uygulanmalıdır.
  • Rekabetçi piyasa oluşmasında, kaynakların etkin kullanılmasında devletin önemi algılanmalıdır.
  • Kamu yatırımlarında, eğitim ve sağlık gibi sosyal faydası olan hizmetlerde, sosyal fayda ve istihdam gözetilmelidir.
  • Salt iktisadi büyüme yerine, eğitimde, sağlıkta, kültürel yapıda, gelir dağılımında iyileşmeyi de içeren ‘’iktisadi gelişme’’yi hedeflemeliyiz.
  • IMF gibi yabancı uzman gibi ithal reçeteler yerine, özgün politikalar üretmeliyiz. Çünkü iktisat politikalarının etkinliği için ülkelerin sosyal ve kültürel yapısına, halkın alışkanlıklarına, ekonomik konjonktüre ve daha önemlisi ülkenin gelişmişlik düzeyine göre farlı olmak zorundadır.  İktisat politikaları iki tarafı kesen bıçak gibidir. Eğer uyumlu ve yerinde uygulanmazsa, ters tarafı daha çok keser.

 

1) Kaynak kullanımında planlama yapılmalıdır.

1980’ den beri askıya alınan planlamayı yeniden devreye sokmalıyız. Küresel süreçte ulusal politikaları koordine edecek “dinamik bir planlama” modeli getirmeliyiz.

Planlamanın hedefleri:

  • İç tasarrufu artırmak ve tasarrufları yatırımlara yönlendirmek,
  • Ekonomide finans – reel sektör arasında yeniden denge sağlamak (sektörel dengeyi kurmak)
  • Sektörlere göre sermaye – emek optimal bileşimini (faktörel dengeyi) sağlayacak önlemler almak,
  • Piyasa kirlenmesini engellemek, oligopol ve kartel yapıları önlemek,
  • İstihdamın artırılmasını sağlamak,
  • Gelir dağılımında iyileştirme yapmak olmalıdır.


Bu çerçevede uygulanacak politika araçları ise şöyle olmalıdır


2) para ve kur politikası değişmelidir.

Türkiye’de dalgalı kur sistemi, ülkenin şartları ve MB’ nın uygulaması düşük kur olarak sonuç verdi.


Rekabetin temel ögesi kurdur. Verimliliğin ve kalitenin artırılması ile dış rekabeti artırmak mümkün değil. Çünkü bütün ülkeler verimliliği ve kaliteyi artırmak peşindedir.

 

Türkiye için optimal kur rejimi, başta rekabet gücümüzü artıracak, ekonomik konjonktürü, mevcut riskleri, piyasa şartlarını dikkate alan ve kurdan dolayı ortaya çıkabilen sosyal maliyetleri minimize eden bir rejimdir. Bu rejim, yönetimli dalgalanma olabilir’’.


Bu anlamda, önce özerkliğine dokunmadan MB’ nın görev tarifini yeniden yapmalıyız. MB tek görevi enflasyonla mücadele olmamalı. Zira enflasyonu yapısal sorunlarda etkiliyor. Enflasyon, kur, faiz üçgeninde, MB faizlerde zaten gecikmeli de olsa piyasayı takip ediyor. MB’ nın düşük kuru enflasyonda gizli çıpa olarak kullanması, kur dengesini daha çok bozuyor.


Bu çerçevede:

  • MB kanununda değişiklik yapılarak, MB reel döviz kuru hedeflemelidir.
  • MB kur düşüşünde daha aktif müdahale etmeli. Aynı zamanda MB döviz rezervini artırmalıdır. 2009 III. Çeyrekte, MB brüt rezervinin, dış borç stokuna oranı yüzde 25.9’ dur. Türkiye’de MB döviz rezervi 70 milyardır. Buna karşılık Brezilya’da 200 milyardır.
  • MB, döviz alımlarını artırmalı. Müdahale ve rezerv artışında ortaya çıkan likiditeyi, açık piyasa işlemleri yapmak, reeskont faizlerini artırmak, bankaların zorunlu karşılıklarını artırmak yoluyla, yeniden emebilir.
  • Hazine yeniden döviz cinsi iç borçlanma yapmalı. Bu yolla Türkiye’de dolarizasyon kısmen önlenmelidir.
  • Kur üstüne baskı oluşturan, sıcak paradan vergi alınmalıdır.
  • Yine sıcak paradan, yüzde 10 dolayında, MB’ da karşılık ayrılması da düşünülebilir. Tayland’ da karşılık ayrılması başarılı olmadı. Ancak, hem oran yüksekti… Hem de o gün sıcak para için daha fazla alternatif vardı. Bu gün sıcak paranın aşırı kırılganlık yaratarak üreselleşmeyi riske soktuğu anlaşıldı.
  • Sıfırdan yatırım yapacak, uzun vadeli yabancı yatırım sermayesine, özel yatırım desteği ve vergi indirimleri sağlanmalı.
  • Konvertibiliteye sınır getirilmeli. 10.000 doların üstündeki paraya, gerektiğinde kaynağı sorulmalıdır.
  • Kredi faizlerine reel faiz sınırı getirilmeli. Bankaların gizli faiz alması önlenmelidir.
  • Bankaların iştiraklerine sınır getirilmelidir.
  • Bankaların yabancıya satışına sınır getirilmeli. Mevcut bankalarda yüzde 20’nin üstünde kalan yabancı hisseler, hazine tarafından satın alınmalıdır.
  • Off- shore bankacılık şeffaf kurallara bağlanmalı veya tamamıyla kaldırılmalıdır.


3) Maliye Politikaları


59 hükümetin maliye politikası yok denebilir. Zira, bu hükümet döneminde, vergiler ve harcamalar günlük ihtiyaçlara, bütçenin durumuna göre günlük kararlar olarak alındı. Bu kararlar torba yasalarla meclisten geçirildi.


Ayrıca hükümet, yine ihtiyaca göre, işsizlik fonunu veya özelleştirme gelirlerini keyfi kullanmaya devam ediyor.

  • Öncelikle bu anlayışın değişmesi ve devletin mali planı olan bütçe prensiplerinin uygulanması, örneğin bütçede birlik ve şeffaflık sağlanması gerekir.
  • Vergi adaletinin sağlanması için dolaylı vergiler düşürülmeli, gelir vergisi oranları çalışanlar için yüzde 10 ile yüzde 25 arasında olmalıdır. Asgari ücretin tamamı vergi dışı tutularak, halkın satın alma gücü artırılmalıdır. Buna karşılık kurumlar vergisi oranları artırılmalı, ancak yatırım yapan işletmelerde söz konusu oranlar düşük tutulmalıdır.
  • Kentsel rantlardan vergi alınmalıdır.
  • Meclis denetimi dışındaki fonlar ve uygulamalar kaldırılmalı. Tüm kamu sektörünü kapsayacak, “global bütçe” uygulamasına gidilmelidir.

 

4) İstihdam politikası değişmeli – işsizlik yoksulluk önlenmeli


Dış kaynağa dayanan büyüme yerine, iç tasarrufa dayanan ve istihdam odaklı bir politika izlenmelidir.

  • Yüzde 37- 40 olan istihdam yükü, Avrupa Birliği ve OECD ortalama düzeyine indirilmelidir. Eğer istihdam yükü yüzde 25’ e inerse, 8.5 milyon kayıt dışı çalışanın en az yarısı kayıt altına girer. Zira yüzde 37 – yüzde 40 istihdam yükü, kaçak işçi çalıştırmayı teşvik eden ağır bir yüktür. Bu yük düşerse, riske değmeyeceği için kayıtlı istihdam artar. İstihdam gelirinde ise kayıt altına alınanların ödeyecekleri primler, vergi ve prim oranındaki düşmeyi telafi eder.
  • İşsizlik sigortası fonu yalnızca işsizler için kullanılmalı ve uzun süreli ödenek verilmelidir.
  • Yoksullukla mücadelede aile sigorta sistemi getirilmelidir.

 

5) Sektörler yeniden yapılandırılmalı

  • Kamu sektöründe, altyapı yatırımları özelleştirme dışında kalmalıdır.
  • Merkezi devlet ve mahalli idarelerin, yetki ve sorumluluğu yeniden tarif edilmelidir. Yetki çatışması önlenmelidir.
  • Hazine dışında devlet borçlarını yönetmek için ayrı bir “borç amortisman idaresi” kurulmalıdır.

Özel sektörde yatırım ve ihracatın teşviki için daha fazla kaynak ayırmak ve teşvik imkanlarını, yatırımlarda tamamlama aşamasına bağlı olarak orantılı artırmak gerekir. örneğin, yatırımlar yüzde 50’ ye kadar tamamlanırsa, toplam yatırım tutarı üzerinden yüzde 10 yüzde 50 ile yüzde 100 arasında yüzde 20 teşvik verilmelidir. Ayrıca yatırım teşvikleri, hazineden alınıp yeniden planlama teşkilatına verilmelidir.

Tarım sektörüne spesifik ve müdahaleler yapılmalı. Tarımsal destekler artırılmalıd

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir